ABDULLAH HARMANCI: 

BİZDEN ÖNCE YAZILMIŞ İYİ METİNLERİ AŞMAK İÇİN YAZARIZ

 

Türk edebiyatına gerek yetişkin gerekse çocuk edebiyatı içerisinde değerlendirilebilecek öykü, eleştiri türünde yazdığınız eserlerle katkı sağlıyorsunuz. Bu çoklu düşünce ve yazma biçimi içerisinde, edebiyat dünyasında, siz kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz? Kendinizi nasıl tanımlarsınız?

 

Ben 1993’ten beri öykü yazıyorum. 2000’li senelerin başından beri de çocuk öyküsü yazıyorum. 2004 senesinde akademik çalışmalara başladım. Akademik çalışmalarımın da büyük bir kısmı gene bu alanda oldu. Öykü eleştirilerim de daha çok bir öykücünün gözünden diğer öykücülere bakış şeklinde yazıldı. Hayat parçalar, kalbimiz toplar. Hayat zorlaştırır, kalbimiz kolaylaştırır. Dünya dağıtır. Biz bütünleştiririz. Dünya sorudur. Kalbimiz cevap verir. Evimizdeyken bütün cevapları buluruz. Bulmuşuz sanırız. Başkalarıyla karşılaşmalarımızda içimizdeki konfor yıkılır. Okumak bunun için vardır. Demem o ki, ben de defalarca parçalandım, bölündüm, ayrıldım ama zamanla kendime bir yol buldum ve bir hat üzerinde yürüdüm. Kesret değil vahdet. Kalbimiz kesrete isyan eder. Sanırım bundan sonra ne yaparsam yapayım “öykücü” veya “çocuk öykücüsü” olarak intikal edeceğim sonraki dönemlere.

 

Günümüz Türkiye’sinde edebiyatla ilgilenen okur-yazar kesimin toplumsal ölçekte ülkenin entelektüel gelişimine katkıları nasıl ve ne şekilde oluyor sizce?

 

Türkiye’de en büyük sorun nitelikli insan yetiştiremiyoruz. Bundan kastım niceliksel özellikler değil. İngilizce bilen ve dünyayı tanıyan filan demek istemiyorum. Bunu zaten yapamıyoruz. Örnek vereyim. Ülkenin öğretmenleri edebi olan metinle olmayan metin arasında bir ayrım yapabilecek nitelikte değil. Bir “zevk” eğitimi almıyorlar. Halbuki öğretmenler “metin seçici”dir. Yani kanonik görevleri vardır. Öyle kötü kitapların öğretmenlerin ellerinde olduğunu görüyoruz ki… Toplumun derin bir eğitime, olgunlaşmaya ihtiyacı var. Bugünkü formal eğitim bunu sağlayabilir mi sizce? Türkiye’de metafiziğin kanalları kısıldı. Evi yanan Arnavut bir Mevlevi kadın anlatırlar. Kadın, evinin yanması üzerine hiçbir tepki göstermemiş. Şöyle demiş. “O verdi, o aldı, eyvallah!” Bilmem anlatabildim mi? İnsanlara bu derinliği kazandıracak bir eğitim sistemimiz, formal değil informal bir eğitim sistemimiz yok. Yan ağla, dön ağla demişler. Okullardan umudum yok ama evlerimizde alternatif bir eğitimin yollarını aramamız lazım. Ancak bu da çok zor. Zira o nesil de geride kaldı.

 

Türk okurun edebiyatla ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Nitelikli eserler okurunu bulabiliyor mu? Veya okurlar iyi eserlerle karşılaşabiliyor mu?

 

Postmodern kültür iktidar kavramını yerle bir etti. Şimdi her girişim, her platform kendi iktidar alanını oluşturdu. Her öğretmenin kendisini çocuk yazarı olarak kabul etmesi gibi bir sorun var. Böyle olunca “Kötü, iyiyi kovuyor.” Niteliksiz bir kitabın girdiği her sınıfta nitelikli bir kitap buharlaşıyor. Gene aynı konuya geliyoruz. Niteliksiz metinlerle yaşayan bir nesil nitelikli insan olur mu sizce?

 

Öyküyü “seçkin ve seçkinci” bir tür olarak tanımlıyorsunuz, türe yaptığınız katkılar da düşünüldüğünde öyküyü sizin için seçkin yapan hangi özellikleridir, niçin?

 

Kitleler roman okur. Hatta ben şunu anladım. “Kitap” diye bir kavram yok kitlede. Roman diye bir kavram var. Öyküyü seçkinci kılan bizim üretme biçimimiz değil. Öykünün doğası. Mesela kısalığı. Yoğunluğu. Zorluğu. Alışılmamış olması. Ben okullarda küçük sınıflara da gidiyorum. “Sizin romanınızda neden bölümler birbiriyle alakasız?” diyorlar. Öykü kitabımı okumuşlar. Roman değilse bile uzun metin yazmak gerekiyor sanırım. Çocuklara ulaşmak için. Ama edebiyatın mekanizması içseldir. Okur istiyor diye bir kelime yazmadım bugüne kadar, okura ayarlı değildir edebiyat. Geleceğe ayarlıdır. Bizden önce yazılmış iyi metinleri aşmak için yazarız. Kendi iyi metinlerimizi de aşmak için yazarız. Sahih edebiyat budur.

 

Eserlerinizde Doğu ve Batıya ait klasik metinlerden sıklıkla yararlanıyorsunuz. Kimi zaman yeniden yazım örneklerini veriyorsunuz. Gelenek sizin için ne ifade ediyor? Geleneksel metinler yeterince günümüz okura ulaşabiliyor mu sizce?

 

Ben geleneksel metinlerin çağdaş öykücülerimiz tarafından modern metinlere taşındığını düşünüyorum. Ama bu, içgüdüsel bir biçimde oluyor. Programlı değil. Benim yaptıklarım ise mesela çocuk edebiyatında yaptıklarım programlı şeyler. Yani bir metni nasıl dönüştürüm diye düşünüyorum. Bununla ilgili yayımlanmamışlarla birlikte altı kadar kitabım var. Geleneksel metinleri içselleştirmek yeterlidir. Yani Sezai Karakoç gibi düşünüyorum. Bir metni iliklerinize kadar çekiniz ve sonra bir gün içinizde parlamasına izin veriniz. Elbette günümüz diliyle ve koşullarıyla… Karakoç’un geleneği yaşatma biçim budur.

 

Uzun zamandır yaratıcı yazarlık atölyeleri yaparak genç yazarların da deneyimlerinizden yararlanmasına imkan sağlıyorsunuz. Sizce yazarlık atölyeleri günümüz edebiyatına nitelikli eser ve yazarlar kazandırıyor mu? Bu eğitimlerde gördüğünüz genç yazarların sık yaptığı hatalar sizce neler?

 

Yaratıcı yazarlık atölyeleri ehil bir eğitmenin elinde elbette çok değerlidir. Ama bugün maalesef ehil olmayan ellerde de atölyelerin açıldığını görüyoruz. Gerçek bir yazarın deneyimlerini aktarması bile genç yazarlar için çok faydalı oluyor. Buna şüphem yok. Zira edebiyat dergileri okulluk özelliklerini kaybetmeye başladılar. Zira ilgi yoğun. Doğal olarak da yeni kanallara ihtiyaç oldu. Birincisi bu. İkincisi ise hepimiz genç olduk. Hepimiz bin kez yanıldık. Şaşırdık. Denedik. Aptalca işler yaptık. Yolumuz değerli yazarların çıkardığı dergilere düşmeseydi halimiz nice olurdu. İşte ben bunu anlatıyorum. Gençlerin edebiyatı bir kariyer alanı olarak görmeleri en büyük sorundur.

 

Ali Ayçil bir röportajında “Çocukluğumuzun penceresi ebediyen bizi yoksunlaştıran veya zenginleştiren bir göz olarak devem eder.” diyor. Sizin çocukluk pencereniz nereye bakıyor? Çocukluğunuzun eserlerinize, bilhassa çocuk kitaplarınıza akseden yönleri var mıdır?

 

“Bir kez yaşarız, çocukluğumuzda, gerisi anımsamadır.” demiş şair. Elbette her sanatçı gibi ben de çocukluğuma dönüyorum. Oradan besleniyorum. Edebiyat bir kelimeyle “hatırlatma” işidir. Çocukluksa daima hatırlanır. Daima hatırlanan ile daima hatırlatan arasında derin bir ilişki var. “Çocuk edebiyatı” deriz. Ama bütün bir sanat ve edebiyat alanı çocukluktan beslenir. İnsan çocukluğudur. Bütün hazine oradadır. Ben yaş aldıkça hatırlamam arttı.

 

“Yetişkinlerle sorunum var, fakat çocuklarla anlaşıyorum” diyorsunuz. Sizi çocuk kitapları yazmaya iten sebepler arasında bu iletişimin etkileri var mı? Sizi çocuk kitapları yazmaya teşvik eden başka hangi sebepler var?

 

Yetişkin metinlerimde de zaten çocuklara yönelik denebilecek bir dil vardı. Birincisi bu sebeple de çocuk öyküleri yazdım. Sadelik, akıcılık, güçlü final, okuru metnin içinde tutmak vs gibi özelliklerdi bunlar. Öte taraftan, evet, ben çocuklarla anlaşıyorum. İletişimim iyi. Benim sorunum yetişkinlerle… Yetişkinler gibi değilim. Yetişkinlere benzemiyorum.

 

Çocuk edebiyatı içerisinde dini-tasavvufi temaları sıkça kullanan yazarlardan birisiniz. Aynalı Baba ile Raci kitabınızda “Hiçlik Dağı”na çıkmaya çalışan bir çocuk görürüz. Çocuk kitaplarında dini temaları ele almanın imkân veya sınırlılıkları sizce nelerdir? Günümüz dini içerikli çocuk kitaplarında karşılaştığınız sorunlardan hareketle açıklayabilir misiniz?

 

İslami içeriğin edebiyatlaşması ile geleneksel metinlerin çağdaş edebiyata aktarılmaları meselesi farklı meseleler… Türkiye’de edebi niteliği dert edinen insanlar, genellikle kültürel meseleleri dert edinmeyen insanlardan çıktı. Kültürel meseleleri dert edinenlerin de edebiyatı anlamak ve gerekliliğini kavramak gibi bir erdemleri olmadı. Elbette bugün durum değişti. İki özelliği de önemseyen, iki durumun da farkında olan kalemler var ama bunların da karşılarında sert bir duvar bulunuyor. Piyasa! Artık kültürelliği de edebîliği de geride bırakan bir endişe var. O da mevcut yayın piyasasının bizi itelediği nokta… Bu durumu göz ardı ederek söylersek: Değeri öne alıp bunun üstüne bir edebiyat kisvesi geçirilmeye çalışıldığında durum çok vahim oluyor. Yapılması gereken nitelikli edebiyatın peşinde koşmaktır. Edebiyat zaten değer içerir. İnsani olan islami olandır. Ayrıca bir anlam yüklemesine gerek yoktur. Kültürel endişeler taşıyan arkadaşlarımızın edebiyat endişesi taşımaması dönemsel yazarlar çıkarmamıza sebep oluyor. Benim çocukluğumda bana okutulan kitaplar şimdi nerede? Geleneksel metinlerin çağdaş edebiyata taşınması meselesi ise bambaşka bir mesele. Acizane ben bu konuda örnek olabilecek bazı kitaplar yazdım.

 

“Edebiyatta kategori olmaz.” Bu görüşünüz çocuk edebiyatı adlandırmasına yönelik kadim tartışmaya dair bir kanaat midir? Bugün aynı tartışma gençlik edebiyatının adlandırmasına yönelik yapılıyor. Günümüzde gençlere hitap eden edebiyat ürünlerini işaret eden bir “gençlik edebiyatı” tanımına ihtiyaç var mı? Varsa içeriği ve sınırları ne olmalıdır?

 

Gençlik edebiyatı konusunda ülkemizde büyük bir yoksulluk var. Sebebi çok ilginç... Bizler lisede okuyan çocukların bizim gibi yetişkin metinlerini kolayca okuyabileceğini düşünüyoruz. Çoğunlukla bu mekanizma aleyhimize işliyor. Gençler için metin üretmemişiz. Onun eline seyrek dokulu herhangi bir kurmaca kitabını verebileceğimizi düşünüyoruz. Yetişkin edebiyatı metinlerinin hepsi için bunu düşünmek mümkün değil. Mimari meselelerin tartışıldığı bir romanı alıp da gence veremeyiz. Onu kalbinden yakalamalıyız. Tıpkı çocuk edebiyatında yaptığımız gibi… Genç edebiyat oluşturma konusunda ise asla programatik kitaplar hazırlanmamalı. Sanatçılar kendi doğal sanatsal yaşantılarını yaşamalılar. Kendi okuma yazma süreçlerini yaşamalılar. Bu sürecin içinden ne çıkacağına bakmalıyız. Deizm sorununu çözmek için roman yazdıralım, denmemeli. Dönemsel kitaplar çıkar ortaya ve kaybolur gider.

 

Yazar-okur buluşmalarına önem verdiğinizi özellikle çocuk okurlarınızla sıkça bir araya geldiğinizi sosyal medya hesaplarınızdan görüyoruz. Okurlarınızdan kitaplarınız veya kahramanlarınızla ilgili nasıl geri dönüşler alıyorsunuz, bunlar sizin yazarlık motivasyonunuzu nasıl etkiliyor?

 

Okur, edebiyatın belirleyicisi olamaz. Ama elbette çocuk okurlarım beni çok etkiliyor. Özellikle de öykü yerine uzun metinler yazmamı istiyorlar. Örneğin bu yaklaşım beni etkilemiş olabilir. Hangi yaşta çocukluk biter, deseler çocuğun bir cümlesine bakarak bu soruyu cevaplayabilirim. Sahada olmak büyük avantaj. Ne yapmam gerektiğini biliyorum. Çocuklar kendilerine çocukça şeyler anlatmamızı istemiyorlar.

 

Yazar ve eleştirmenliğin yanında bir de akademisyen kimliğiniz mevcut. Son yıllardaki çocuk edebiyatının gelişimine paralel olarak bu alandaki akademik çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Sizce bu çalışmalar çocuk edebiyatına eleştirel anlamda katkı sağlıyor mu veya ne ölçüde katkı sağlıyor?

 

Çocuk edebiyatının kamusu yok. Eleştirmeni yok. Tartışıldığı bir alanı yok. Akademide yapılan tezler ve yazılan makaleler ilginç bir şekilde çocuk edebiyatındaki hareketliliğe dokunmadan geçiyor. Yani bu alandaki sorunlara çok fazla müdahil değiller gibi. Elbette çocuk edebiyatı alanında çalışan akademisyenlerin ürettikleri eserlerden çokça faydalanıyoruz. Tarih ve teori konusunda akademik çalışmaları önemsiyoruz. Ama doğrusu eleştiri alanında sanki akademi de yeterince kendini riske atmıyor.

 

 

BERDÜCESİ - Sayı: 6